1 Kasım 2012 Perşembe




 

   -Lucifer ?
   +...
   -Biliyorum dostum,biliyorum hep benimlesin...

Sana anlattıklarımı hatırlarsın ? Hani şu kız... Evet,evet gözleri güzel olan.Benim için bir çift yeşil mezar taşı gibiydi belki de ama onu sevmiştim.Ölmeyi sevmiştim belki de,belki biraz acı çekmek istedim.Bildiklerim bilmediklerimin yarısı dahi etmezken bunu kendimle tartışamam.Sadece düşünüyorum da; gördüğüm kız çocuğunun annesi başka kim olabilirdi ki... Beyaz tenine dökülen kuzgun karası saçları ve koyu yeşil gözleriyle en az annesi kadar güzeldi.Gerçek miydi ? Sürekli düşünmekten başka bişey gelmedi elimden... Ama geçenlerde farkına vardığım gerçeğin yaşattığı duyguya ulaşmayı da asla istemedim  -içeriden ölmek gibi... Hep düşündüm,eğer o gittiyse yeşil gözlü küçük kız nasıl dünyaya geldi,bu nasıl mümkün olabilirdi ? Sonra,farkına vardım ki ben o rüyaların hepsinde,rüyanın içindeki figüran olarak boy göstermekten ileri gitmedim.Yani evet,küçük melek gerçekten dünyaya gelicekti ama babası ben değildim... Asla ve asla...

                                                                                                             
-Bir Delinin ''Dün''lüğü'nden alıntı





8 Ekim 2012 Pazartesi

Özetle ''Üç''

Sessizlik... Adının bitimine düşen parça tesirli bomba gibi,kan içinde bırakırken benliğimi.Gözlerine bakıcak kadar vaktim oldu diyebilirim.Üzüldüm.. Oysa gözlerinin içi gülüyordu...

Bişeylerin değişmiş olması gerekirdi..

Cidden. 
  


Anlayan anlar..

26 Eylül 2012 Çarşamba

Uzun bir aradan sonra yine sizlerle birlikteyim sayın şizofreni ürünü dostlarım. -Ki ''Yine yalnız kaldın dimi döt!'' diye bağırdığınızı duyar gibiyim ve hiç yakıştıramadım,ayrıca sensin döt ! terbiyesiz sen ayrıl bakam !
Öhm. Neyse sezonu açtım,umarım bu sefer kapatmamak üzre açmışımdır,kendimden emin olamıyorum malum...

29 Ocak 2012 Pazar

Beni bırak lan,daha napıcaksın ki ağzıma sıçtın zaten :D

En çok da ''yalnızlık'' kanar

En çok da ‘’yalnızlık’’ kanar

-Ruhumu kesiyorlar en derininden ve -sana dair- dokunduğum ne varsa keskin bir bıçağın ağzındaki pürüz gibi batıyor tenime..

 Gecenin sürünerek,mecalsizce sabaha varma çabasında olduğu saatlerden tarafınca,belki de,en önemsiz olanı bu..
Diğerlerinden farkını bir damla kan ve bir avuç tuzlu su ayrımı yaparcasına zor anlamış olsam da biliyorum ki daha çok özler oldum seni.Yanlış anlama yalnız ben değil,yüzüme en çocukça edanla adını yazdığın kalem de özlüyor seni,sinema biletleri,el ele yürüdüğümüz sokaklar,hatta yalnızlık bile…

-Öyle ya ben ancak seninle ‘’yalnızdım.’’ Tek başıma ise ‘’eksik’’ olmaktan ileri hiç gidemedim ve fark ettim de yalnızlık da ağlamaklı şimdi.-

Bense hala gülümseyebiliyorum biraz. -İsteyen salaklık der isteyen acır..
Bana sorarsan –tenezzül edip sormazsın ya neyse-
Umut işte;Uzun zaman önce bozulmuş bir saatin farkındalığı olduğu halde yelkovanı beklemekten bıkmayan akrebi gibi,zaman aşımına takılıp kalmış hayallerimin parçalanmasına dahi göz yummama sebep oluyor.Doğru,yüreğim her gün biraz daha kan kaybediyor ama öyle çocukça bir umutla bekliyorum ki seni,adını koynuna gömdüğüm kaç yıldız varsa,utancından hepsi tek tek sönüyor…

//Batak

11 Aralık 2011 Pazar

Üç bilinmeyenli ruh halleri

Ve perde;
Yüreğimi alıkoyan bir yalnızlığın tam ortasında,
En sensiz hâlim can veriyor şimdi.
Nefesinden uzak,
Nefessiz kalınan vakitlerce
Katledilen masum bir duygu gibi..

Ve sahne;
Can çekişmlere nâzır,
Kırgın bir melek,
Ağlamaklı siyahın ayrılık yeşiline
Yalvardığını yazıyor gökyüzüne
Tüm kutsallıklar yerle bir...

Ve oyun;
Tenine dokunduğumda bozuk ritimli sevişmelere inat
Soğuk rüzgarlar estirirken tanrı,
Ben sana sığınırdım sensizlikten
Çocuk aklı işte !
Nerden bilsin yanında nefesini de götürür giden...